Dil, bir iletişim aracı olmanın ötesinde, insan dünyasının genel görünümünün derinlemesine bir resmini görmemize izin veren ve aynı zamanda da değer sistemlerinin ve kültürel ifadelerin aracı; insanlığın, yaşam mirasının esas unsurlarından birisi. Maalesef, zaman aktıkça ve de siyasi ve sosyolojik değişimler, zamanı, kendi gidişatına göre şekillendirdikçe; birçok dil ve dolayısıyla kültür, bu hıza ve akışa boyun eğerek yok olmanın eşiğine geliyor. Birçokları ise çoktan hayatını kaybetmiş durumda. UNESCO’nun dil atlasına göre Dünya’da konuşulan yaklaşık 6 bin dilin yarısı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 1950 yılından bu yana ise 230 dil yok olmuş.
Daha da üzüntü verici olan, insanın kendini ve medeniyeti anlama adına bu derece önemli bir gücü yeteri kadar koruma istikrarını ve iradesini gösteremeyişi. Yine de, bu konuda az da olsa tutkusunu yitirmeyen bazı birey ve kurumların girişimleri, geçmişten bugüne var olan dillerin haritası üzerine yapılan çalışmaların devam etmesini sağlıyor. Teknoloji, küreselleşme ve yaşamın tüm dünyada ortak bir lisana doğru uzanışı, doğal bir gelişme. Medeniyet bu yolda ilerlerken, hangi diller yok olma tehlikesi altında, hangileri unutuldu, kısaca bakmak istedik. Konu çok derin ve kapsamlı. Burada ise, Polonya ve Türkiye’de kaybolmaya yüz tutmuş, belki de hatta, buralarda konuşulduğundan bile haberimiz olmayan dillere yaklaşmaya çalıştık. Karşımıza kabaca ve özel örnekleriyle şöyle bir tablo çıktı.
Türkiye
Dilden bahsederken önce ülkelerin etnik oluşumunu dikkate almak gerekiyor.
Türkiye’nin durumu malum: Tarihi kökeni MÖ. 2. ve 1. bin yıllara kadar izlenebilen bir Anadolu dilleri tarihçesinin ardından, sayısız medeniyet ve kültürün izini sürmek kitaplara sığmaz. Ancak bugünkü resme baktığımızda ortaya çıkan; Türkiye’de alt grup açılımı hariç, 20’den fazla etnik grup yaşıyor ve Altay, Hint-Avrupa, Semitik ve Kafkas dilleri olmak üzere dört dil ailesine ait, Türkçe dışında 36 dil konuşuluyor. Maalesef eldeki bilgiler çok güncel olmasa da yine UNESCO tarafından yapılan araştırma raporundaki en son verilere göre Anadolu’da konuşulan bu 36 dilin 15’i yok olma tehlikesi ile karşı karşıya; 3 dil ise çoktan yok olmuş. Kapadokya Yunancası olarak bilinen Ürgüpçe, Anadolu’nun doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda bir zamanlar konuşulmuş olan Mlahso dili ile Siirt’in Pervani İlçesi’nde konuşulan Hertevin dili, Türkiye’de ölen diller arasında. Rapora göre Edirne’de konuşulan Gagavuzca, Mardin'deki Turoyo ve İstanbul'dan Ladino, yani Yahudi İspanyolcası, Türkiye'nin ciddi tehlike ile karşı karşıya olan dilleri. Yok olma riskinin daha yoğun yaşandığı diller ise Lazca, Çerkezce, Abhazca, Romanca, Abazaca, Hemşince ve Rumca'nın Pontus lehçesi. Ana dil Türkçe’den sonra oldukça azalan bir oranla en fazla konuşulan 3 dil %11,97 ile Kürtçe, %1,01 ile Zazaca ve %1,38 ile Arapça. Sıralamada bunları, Türki ve Balkan dilleri takip ediyor. Dolayısıyla bu dillerin konuşulduğunu duymak bizim için çok şaşırtıcı değil. Ancak 1981 kayıtlarına göre çoğu Kayseri'de 500 kişi tarafından konuşulduğu bilinen Uygurca’nın veya ancak birkaç köyde konuşulan Kumukça’nın izlerini bile duymak heyecan verici. Bu nedenle gözümüzü, varlığını yitirmek üzere olan ve hatta yitirmiş olan dillere çevirmek daha ilginç olacak gibi. İşte bunlardan birkaç tanesi:
Ürgüpçe: Diğer bir ismiyle Kapadokya Yunancası, mübadele öncesi burada yaşayan Yunanlılar tarafından konuşulan, Türkçe etkisi altında Bizansça’dan evrimleşmiş bir dil. Yedi kadar şivesi bulunan bu dil, Hint-Avrupa dilinin bu dil grubundan olmayan başka bir dilin özelliklerini özümsemesi bakımından ve bir dilin ölümünün ilk belgelenmiş örneklerinden biri olarak önemli sayılıyor.
Adigece (Çerkezce): Aslen, Kuzey Kafkasya’da, Adigey Cumhuriyeti’nde ve Krasnodar Krayındaki yerli nüfusun dili. 1965 nüfus sayımında önemli bölümü Kayseri, Tokat ve Kahramanmaraş'ta bulunan 71 bin kişi tarafından anadil olarak konuşulduğu tespit edilmiş. Kiril (Rus) alfabesini kullanan Adigece'yi günümüzde dünya yüzünde çoğunluğu Türkiye'de olmak üzere, anadili olarak kullanan insan sayısı, bir milyonun üzerinde.
Ladino: Sefarad Yahudilerinin kullandığı, 15. yy İspanyolcasını temel alan ancak içinde İbranice, Türkçe, Fransızca, Yunanca, Arapça ve Portekizce kelimeler de barındıran Latin kökenli Hint Avrupa dil ailesine mensup bu dil, 1976 kayıtlarına göre Türkiye’de çoğu İstanbul ve İzmir'de 8 bin kişi tarafından konuşuluyor.
Polonya
Polonya da yüzyıllar süresince birçok farlı etnik grubun evi olmuş bir ülke. Doğal olarak bu kültürlerin izlerini çağdaş Polonya’da hala kısmen görmek mümkün. Polonya’daki en büyük etnik azınlıklar arasında Silezyalılar, Cermenler, Belaruslular ve Ukraynalılar yer alıyor. Aynı zamanda burada, Polonya’yı biraz tanıyanlar tarafından duyulduğunda pek de şaşırtıcı gelmeyen ama çoğumuz için yabancı gruplar bulunuyor. Maalesef, bazılarının Türkçe adını bulmak bile bir mesele: Lemko, Kaşubyan, Roma, Wymysorys veya Vilamovian. Belki de adını ilk defa duyduğunuz bu gruplara ait diller, tıpkı Türkiye ve diğer birçok bölgede bulunan bazı azınlık dilleri gibi hala yaşamaya devam ediyor. Bir Cermen (ya da Flamanca mı desek?) dili Polonya’nın küçük kasabası Silezya’da 70 kadar yaşlı kişi tarafından konuşuluyor. Bir Ruten diyalekti ise bugün, doğduğu yerin ancak binlerce kilometre ötesinde yaşamını sürdürüyor. Bununla beraber Polonya’nın tek tarihi İslami azınlığı tarafından konuşulan, kaybolmuş bir dil ise doğu Polonya’da yeniden diriliyor.
Kaşubyan: Kaşubyan dili, Polonya’daki tek bölgesel resmi dil. Yani, bu dil, Polonya Promenya Voyvodalığı resmi dairelerinde ikinci dil olarak kullanılabiliyor. 2011 sayımlarına göre, Polonya’da 106 binden fazla kişi, Kaşubyan dilini konuşuyor. Fakat bu dilin, bir dil olarak kabul edilip edilmeme meselesi yıllarca tartışılmış bir konu. Bazı dilbilimciler bu dilin Lehçe’nin bir diyalektiği olarak kabul edilmesi gerektiği görüşünde. Kaşubyan kesinlikle bir Slav dili ve Lehçe’ye de çok yakın ve fakat bu dili bilmeyen bir Polonyalı’nın duyduğunu anlaması mümkün değil; zira iki dilin sesleri, birbirine pek benzemiyor.
Silezya: Silezyalılar Polonya’daki en büyük etnik grup olarak kabul ediliyor. 2011 seçimlerinde 800 binden fazla kişi kendini Silezyalı olarak bildirmiş. Daha ziyade bir Lehçe diyalekti olarak kabul edilen Silezya dili, Yukarı Silezya olarak adlandırılan bölgede konuşulan Lehçe, Çekçe ve Cermen dillerinden etkilenen birkaç diyalektin oluşturduğu bir dil ailesi.
Lemko: Aynı zamanda Rusin veya Rutence olarak da biliniyor. Lemko dili en doğru olarak, 1947 yılına kadar Polonya ve Slovakya dağlık bölgesi olan Beskid Niski’de konuşulan bir sınır dışı Ukrayna diyalekti olarak tanımlanıyor. İki ülke arasında kalan bu etnik grup, bu iki ülkenin diline benzer karakter özellikleri geliştirmiş. Aslında hazin bir öyküleri var. Burada bu öykünün ayrıntılarına girmeyecek olsak da Lemko kökenli bazı ünlü sanatçılar arasında, Andrei Varhola doğum isimli, dünyaca ünlü sanatçı Andy Warhol’un da bulunduğunu duymak bizim için ilginç bir bilgi olabilir.
Ortak diller
Polonya ve Türkiye’de azınlıklar tarafından konuşulan ortak iki dil var. Biri aslında birçok ülkede rastlayabileceğimiz, Çingene dili. Çingenece ya da Romanca, Çingenelerin yaşadığı tüm ülkelerde konuşuluyor; ancak tabii ki, bölgeden bölgeye çok fazla değişkenlik göstererek... Çingeneler, Hindistan kökenli oldukları için Hint dilleriyle yakından akraba, yani dilleri de Hint-Avrupa dil ailesine ait.
Çingenelerin Türkiye’ye geliş tarihleri tam olarak bilinmese de yaklaşık 10. yüzyılda geldikleri söyleniyor. Polonya’daki varlıkları ise 500 yılı aşkın bir tarihe uzanıyor. Türkiye’de çoğunlukla müzikal yetenekleriyle ismini duyurmuş birçok Roman kökenli sanatçıya rastlıyoruz; Polonya’da ise tarihe adını kazımış hatta adına bir film çekilmiş ünlü bir Roman şair bulunuyor (2013 yapımı film 33. İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale Ödülü’nü aldı). Lakabı Pappuzza olan, aynı zamanda “lanetli şair” olarak tanınan ilk kadın Roman şair Bronislawa Wajs.
İki ülkede de ortak konuşulan ikinci azınlık dili, Tatarca. Türklerin Kıpçak boyundan gelen Tatarlar bulundukları bölge, sosyal ve askeri yaşayış şekilleriyle farklılık gösteren bir etnik grup. Tarihi olarak daha çok Rusya Federasyonu içerisinde yaşayan Türk halkına verilen bir isim. Bugün hala Rusya’da çeşitli etnik gruplar, kendini Tatar olarak tanımlamaya devam ederken dünyada Polonya, Moldova, Litvanya, Belarus, Bulgaristan, Çin, Kazakistan, Romanya, Türkiye ve Özbekistan gibi ülkelerde yaşayan Tatarlar mevcut. Tatarların Asya’dan Batıya yayılmaları çeşitli dönemlerde gerçekleşiyor.
Tatarların Polonya’ya gelişi Altın Orda göçü dönemine denk geliyor. 14. yüzyılda Polonya ve Litvanya’ya yerleşen bazı Tatarlar, bu ülkelerin askeri yapılarında önemli bir rol oynuyor. Kısa bir süre içerisinde de, ana dilleri olan Kıpçak Türkçesini konuşmayı bırakıyor ve Slav dillerini konuşmaya başlıyorlar (daha çok Lehçe ve Belarusça). Yine de bu ülkelerdeki refah anlaşmaları sayesinde dini inançları olan İslam’dan vaz geçmiyor ve hala İslami azınlık olarak buralarda yaşama devam ediyorlar. Bugün ise, Tatarların yerleşim bölgesi olan Podlasie’de yeniden Tatarca dili öğretilmeye başlanmış durumda. Özel bir projeyle, 2013 yılında Sokółka’daki okullara Tatarca dersi eklendi. İlginç olan, bu sınıflara Tatarların yanı sıra bu kültürü öğrenmek isteyen Polonyalı çocukların da katılıyor olması.
Türkiye’de ise iki tip Tatar lehçesi konuşuluyor: Kırım Türkleri tarafından Ankara ve Eskişehir çevrelerinde konuşulan ve Kırım Türkçesi olarak bilinen Kırım Tatarcası ve İstanbul’daki Tatarlar tarafından konuşulan Tatarca.
Polonya’nın Tek Müslüman Azınlığı Tatarların İzinde
Kaynak: ethnologue.org, unesco.org, kişisel materyaller
Yazan: Didem Bilgin/13.06.2014