1968 yapımı Rosemary’nin Bebeği filminin yönetmenliği ve senaryosu, bildiğiniz gibi, Roman Polański'ye ait. Polonyalı yönetmenin ilk Amerikan filmi olan Rosemary’nin Bebeği’nin başrollerinde Mia Farrow ve John Cassavetes oynamıştı. Filmin Agnieszka Holland tarafından çekilen dizi versiyonu, 11 Mayıs’tan itibaren televizyonlarda izleyiciyle buluşuyor. Rosemary’nin Bebeği’ni merakla beklerken aslında tam da ne beklememiz gerektiğini biraz daha anlamak için ünlü yönetmen Holland’ın aşina olduğumuz diğer dizilerine bir göz atalım.
Cold Case (2004-2009) – sınırlama olmaksızın
The Wire’ın setine adım atmadan önce dizi filmler konusunda deneyim kazanan Holland, Lilly Rush adında genç bir kadın polisin dedektiflik hikayesi olan Cold Case’in dört bölümünü çekti. Genç polis dizi boyunca çözülmemiş cinayet vakalarının izini sürüyor. Gözüpek sarışın, her bölümde arşiv dosyalarını araştırıp eski soruşturmaları yeniden açıyor ve suçlarından sıyrıldığını düşünenleri cezalandırmak üzere arayışa giriyor. Diziden ilginç bir detay; dizinin her bölümün müzikleri Lilly Rush’ın üzerinde çalıştığı cinayetin işlendiği sene çıkmış şarkılardan seçilmiş.
Cold Case hırs dolu bir yapım değil. Bu da diğer birçokları gibi her bölümü farklı bir davaya adanan ve bölümler arası bağlantısı çok hafif geçişlerle sağlanan, polis usullerine dair kurgulanmış Amerikan dizilerinden biri.
The Wire (2004-2008) - Baltimore küreselleşiyor
Agnieszka Holland bir röportajında, “Amerika’da bugüne kadar yapılmış en zalim dizilerden biri üzerinde çalışma fırsatı yakalamıştım. “The Wire”. Dizi, sinemanın asla izin vermeyeceği şekilde hiç bitmemiş olan Amerikan iç savaşının sorunları hakkındaki Amerikan siyasi yaşamı üzerinde duruyordu. Aynı konu hakkında birçok uzun metrajlı film sayabilirsiniz; Stephen Gaghan’ın Syriana’sı ya da Paul Haggis’in Crash’i gibi. Fakat bu filmler “The Wire”ın sevilme konusundaki başarısı olmasaydı çekilemezlerdi” diyor.
HBO dizilerinden The Wire, bir televizyon klasiği haline geldi; hatta, televizyon tarihinin en büyük dizilerinden biri olarak adlandırıldı ve büyük çoğunluk tarafından bir televizyon başyapıtı olarak nitelendirildi. Uyuşturucu satıcıları ve onları takip eden polis departmanı arasındaki savaşın hikayesi, aynı anda her yerde olabilen kötülük ve çağdaş bir cehennemin derinliklerine yapılan bir yolculuk hikayesine dönüştü. The Wire’da anlatılan yozlaşma, sınıf ve siyasi birimlerin çok üzerinde: rüşvetçi suçlular, politikacılar, polisler, medya kuruluşları ve sendikalar.
Holland şöyle ekliyor: “Genç film yapımcıları için bu dizi bir külttür. Film okullarındaki öğrencileri Oskar adaylığından çok daha fazla etkilemiştir.”
Holland’ın üç Oskar adaylığı bulunuyor. (1985, Angry Harvest; 1990, Europa, Europa ve 2012, In Darkness).
The Killing (2011-2012) – Seattle, Danimarka’da
Agnieszka Holland, Polityka dergisine verdiği bir demeçte The Killing dizisi ilgili yaklaşık olarak şöyle söylüyor: “Dünya göründüğünden daha karmaşık bir hale gelir”. AMC televizyon kanalında yayınlanan dizinin hikayesi, sosyal bağları aşındıran ve itinayla hasır altı edilmiş sırların meydana dökülmesine neden olan bir suç hakkında.
Üç bölümü Holland tarafından yönetilen dizide, birçokları Lynch’in İkiz Tepeler’inin yeni bir versiyonunu buldu. Bu bir tesadüf değil – ölümüyle soruşturmanın başlamasına neden olan genç kız Rosie Larsen’in yüzü, İkiz Tepeler’deki Laura Palmer’ın yüzünü anımsatıyor.
Fakat The Killing’in kökleri Lynch’e değil Avrupa’ya uzanıyor. Dizi, Amerika’daki yeni versiyonundan önce, Danimarka televizyonunun en popüler yapımlarından biriydi. Danimarka’daki ismiyle Forbrydelsen’in ilk iki sezonu, ülke nüfusunun üçte birini adeta televizyon ekranına yapıştırmıştı.
Bu İskandinav formül, Amerika’da da işe yaradı. İçekapanık, maskülen, soğuk mizaçlı fakat akıllı dedektif Sara Lund (Mirelle Enos), Danimarkalı benzeriyle aynı şekilde idealize edildi. Holland, dizinin Amerikan versiyonunun üç bölümünü yönetti.
Treme (2010-2013) - Holland'ın Emmy adaylığı
Katrina Kasırgası’ndan üç ay sonra, New Orleans bir harabe halindeydi--harap olmuş evler, kayıp insanlar ve parçalanmış hayatlar... Bu felaketin ardından yaşananları konu alan Treme’de olay örgüsü, New Orleans şehri yerel müzisyenlerinin umut yaymak için verdiği mücadelenin çevresinde kuruluyor. Hikayenin kaynağı, en zor anlarda bile devam edebilmeyi sağlayabilecek gücü sağlayan şey, yani müzik. David Simon (The Wire) ve Eric Overmyer’ın dizisinde müzik, Treme nüfusu kadar ön planda rol alıyor.
HBO’da yayımlanan dizinin yaratıcıları politik, ekonomik ve sosyal sorunları ortaya dökerek hiç vaz geçmeyen bir dünyanın resmini çiziyorlar.
Treme, gerçekçiliği ve detaylara verdiği önemle milyonlarca kişiyi etkisi altına aldı. Agnieszka Holland, çektiği pilot bölümle 2010 yılında Emmy Ödülü’ne aday gösterildi. Holland bu başarısıyla ilgili; Katrina’nın yol açtığı manzarayı, II. Dünya Savaşı sonrası Polonya’yı düşünerek oluşturabildiğini söyledi. Ona göre harabe bir görünüm ve böyle ortamdaki bir mücadele için oradan alınabilecek çok ilham vardı.
Ekipa (2007) – Obama’ya ülke yok
Radikal sağ 2007 yılında güç kazandığında, Agnieszka Holland, kamerasını alıp politik bir dizi yapmaya karar verdi. Amacı, Polonyalılar’ın politikaya olan inancını herkesin iyiliği adına bir güç yaratmak için yenilemekti. Ekipa (İngilizce adıyla: Prime Minister), ünlü Amerikan politik dizi The West Wing’in Polonya versiyonu olacaktı. Fakat, Holland’ın yapımı her ne kadar çok gerçekçi bir portre çizmiş olsa da Polonya’daki hiç kimse, dürüst, sıkı çalışan ve fedakarlık yapmaya hazır bir başbakanın hayaline inanmak istemedi. Başbakanın bir devlet adamı olarak gösterildiği (24 ve The Unit gibi dizilerde olduğu gibi) Amerika’nın tersine, bu tarz bir politikacı profili, Polonya’da gerçek dışı kabul ediliyordu.
Holland dizi ile ilgili olarak “Polonya’da politika, kirli işlerin döndüğü yer olarak görüldü. Onun halka hizmet için var olması görüşü uzun zaman etkisini yitirdi. Politikayı iyi tarafından göstermenin iyi olacağını düşünmüştüm. Yarattığım dünyada bizim politik gerçeğimize eş zamanlı olarak paralellik sağlamayı istedim” diyor.
Komünizm yılları Polonya halkının, politikacıların zorba ve negatif figürler olduğu görüşüne alışmasına neden oldu. 1989’dan sonra, sinema bu kalıbı değiştiremedi ve değiştirmek de istemedi. Maalesef, Agnieszka Holland, halkı, Polonya başbakanının bir milli kahraman olabileceğine ikna edemedi. Nispeten az seyirci toplayan dizi, (ilk bölümü 1.2 milyon seyirci tarafından izlendi, son bölümü ise 1 milyondan az izleyici topladı) ilk sezonunun ardından sona erdi.
Fakat dizi tarihteki yerini aldı; çünkü Holland, son bölümde, başbakanlık helikopteri ile ilgili ilginç bir trajediye yer vermişti. Bundan 3 yıl sonra ise, 2010’da, gerçekten de Polonya Başbakanı’nın uçağı, başbakan içindeyken, Smoleńsk’te düştü.
Burning Bush (2013) – Oskar kazanamayan Çek kahraman
2014 yılında, Agnieszka Holland’ın filmi Burning Bush’un Oskar ödüllerinde Çekoslavakya’dan aday olması bekleniyordu. Sonunda, film ödüle aday gösterilmedi; çünkü, Amerikan Film Akademisi kurallarına göre bir filmin ödüle aday olabilmesi için daha önce televizyonda gösterilmemiş olması gerekiyor. Burning Bush uzun metrajlı filme dönüştürülmeden önce bir mini dizi olarak yayımlanmıştı.
HBO tarafından desteklenen dizi, Jan Palach adlı bir Çek milli kahramanın gerçek hikayesini anlatıyor. Palach, 1969 yılında Varşova Paktı’nı ihlal edilerek Çekoslovakya’nın işgalini protesto etmek amacıyla kendisini yakmıştı. Holland, o dönemlerde Prag’daki film okulunda okuduğu için hikayeye özellikle yakın hissediyordu. Yapım, özellikle Çek Cumhuriyeti’nde ve Polonya’da büyük başarı kazandı.
Çeviren ve düzenleyen: Didem Bilgin