Marek Krajewski'den Eberhard Mock Serisi
Polonya'nın en büyük dedektif romanı yazarı olarak kabul edilen Krajewski, beş Chandleresk romandan oluşan serisinin geçeceği yer olarak, bugün Wroclaw olarak bilinen şehri seçmiş. Kent, savaş öncesi Breslau ve savaş sonrası Wroclaw olarak, Alman ve Polonyalı, akılcı ve irrasyonel, hatta doğal ve doğaüstü arasındaki bölünmenin her iki tarafında da bulunuyor. Burası, Gestapo'nun kontrolü altında, her köşede casusların olduğu, yolsuzluğa bulaşmış bakanların Yahudi tüccarlardan işkenceyle itiraf aldıkları ve Farmasonlar'ın sırlarını şantaj ve şiddet yoluyla korudukları bir şehir.
Serideki dört kitap - Death in Breslau (Breslau'da Ölüm), The End of the World in Breslau (Breslau'da Dünyanın Sonu), Phantoms of Breslau (Breslau'nun Hayaletleri) ve The Minotaur’s Head (Minator Başı)- İngiltere'de Quercus Books tarafından yayımlandı ve büyük övgü topladı. ABD'deki yayıncısı ise Melville House.
Breslau'da Ölüm” korkunç bir keşifle başlar: bir trende cinayete kurban giden iki genç kadın, cesetlerinin üzerinde kıvranan akrepler, yanlarında bir Doğu dilinde yazılmış, çözülemeyen bir not. Eberhard Mock ve yardımcısı şehrin pis ve tekinsiz mahallelerine dalar ve esrarengiz notun Haçlı Seferleri'ne dayanan bir ritüel cinayeti işaret etmesiyle olay karanlık, doğaüstü bir nitelik kazanır.
Mock'un ikinci romanı Breslau'da Dünyanın Sonu’nda, canlıyken üzerine duvar örülen bir adamın cesedi bulunur; bir diğeri parçalara ayrılmış ve parmakları kesilmiştir. Krajewski'nin sert kahramanı, bilhassa acımasız olan katilin peşinde, genelevlere, batakhanelere ve hamamlara balıklama dalar. Ahlaki olarak yargılayacak konumda olmasa da Mock, uyuşturucuya bulanmış bir dizi seks partisi karşısında duraksar.
Breslau Hayaletleri'nde Dedektif Mock, dört genç denizcinin cinayetini araştırmak üzere sahneye çıkar. Olay yerinde, ona bırakılmış, günahlarını itiraf etmesini ve inançlı olmasını talep eden bir not bulur. Bu vahşi suçun öğelerini bir araya getirmeye çalışırken, Mock kötü bir oyunun içine çekilir: soruşturma esnasında sorguladığı herkes, katilin bir sonraki kurbanı olmaya mahkumdur.
Serinin son kitabı Minator Başı'nda, casus olduğundan şüphelenilen genç bir kız kaldığı otel odasında ölü bulunur; saldırgan kızın yanağını dişleriyle koparmıştır. SS, Gestapo ve polisin gittikçe daha açık biçimde işbirliği yapmasından huzursuz olan Mock, polislerle irtibatı sağlamak üzere Polonya'nın Lvov kentine atandığında kısmen rahatlar. Bir dizi benzer suç Lvov kentine büyük bir gölge düşürmüştür ve burada Mock, kendisi gibi klasikçi, ancak son derece sıra dışı bir çözüm yoluna güvenen Komiser Popielski'ye katılır...
Miłoszewski’nin Kuşkulu Kökenleri olan Modern Sıkıntıları
Krajewski'nin romanları Polonya savaş tarihinin ilginç, fantastik olasılıklarını işlerken, Miłoszewski modern gündelik yaşamın sorun ve tehlikelerini ele alır. Miłoszewski'nin esprili biçimde yüzleştiği çetrefilli meseleler, gerçekçi biçimde tasvir edilmiş günümüz Polonya’sında geçer ve kusurlu ve çekici baş kahramanın yanı sıra, sayısı her geçen gün artan okurlarına hitap eden tam da bu ortamdır.
Miłoszewski'nin İngilizce basılan ilk romanı Entanglement / Karışıklık, 2011'de yönetmen Jacek Bromski tarafından başarıyla sinemaya adapte edildi. Kitap, Varşova'daki bir manastırda gerçekleşen zorlu bir psikoterapi seansının ertesi sabahında başlar. Henryk Telak, tek gözüne şiş saplanmış olarak ölü bulunur. Dava, Devlet Savcısı Teodor Szacki'nin masasına gelir. Yaşamaktan usanmış, bürokrasiden yorgun düşmüş ve evliliğinden bıkmış olan Szacki hayatı geçip gitmiş gibi hissederken, bu dava ile her şey değişir. Katili ararken yirmi yıl önce, Komünizm çökmeden önce işlenmiş başka bir cinayeti ortaya çıkarır. İpuçları onu, kendi selameti için bilmemesinin daha iyi olacağı gerçeklere ulaştırır.
Miłoszewski'nin ikinci kitabı A Grain of Truth / Hakikatin Zerresi de kısa süre önce Bitter Lemon Press tarafından basıldı. Casusluk yapan kahramanını başkentten güneydoğu Polonya'daki Sandomierz'in kırsal bölgelerine taşıyarak, Miłoszewski bir kez daha tarihi derinlemesine araştırıyor. Görünüşte ritüel özelliği taşıyan bir dizi cinayet, Szacki'yi karmaşık Polonyalı-Yahudi ilişkilerini sorgulamaya mecbur bırakıyor. Yine de yazara göre kitap, bir yandan kırsalda yaşayan Polonya halkının anti-Semitist geçmişinin üstesinden gelemeyişini anlatırken, yalın tarihiyle de yüzleşme adına Polonyalılar arasındaki ilişkilerin en can alıcı noktalarına gerçek anlamda temas ediyor.
Mariusz Czubaj'dan 21:37
RAnna Hyde tarafından İngilizce'ye çevrilen ve Nisan 2013'te yayımlanan Czubaj'ın romanının başrolünde, ıstırap içindeki sefil gitarist Rudolf Heinz var. Hayatı bir hayal kırıklığı ve oğlu ondan uzak duruyor olsa da Heinz'ın bir konuda eşsiz bir yeteneği var: seri katilleri yakalamak. Polis, başlarına üzerinde 21 ve 37 yazan birer plastik torba geçirilmiş iki genç adamın cesetlerine ulaşınca, Heinz o güne kadarki en zor davası ile karşı karşıya kalır.
Oyun oynamaktan zevk alan bir katili bulmayı üstlenen Heinz için soruşturma, kurbanların rahip olduğunu keşfedince ve yerel polis ona karşı safları sıklaştırınca daha da karmaşıklaşır. Katili ararken Heinz her ipucunun ardından, kendi geçmişinin derinliklerine itilir. Yakında kendi hayatını kurtarmak zorunda kalacağından habersiz, zamanı gittikçe azalmaktır...
2008'de yazılmış olan roman Czubaj'ın Rudolf Heinz üzerine yazdığı ve aynı zamanda İngilizce yayımlanan ilk kitaptır. Kitap 2009'da, High Calibre En İyi Polonya Suç Romanı ödülünü kazandı. Czubaj aynı zamanda The Avenue of Suicides / İntihar Caddesi (2008) ve Graveyard Roses / Mezarlık Gülleri (2009) için Marek Krajewski ile işbirliği yaptı.
Joanna Jodełka’nın Çok Renkli Suçları
Czubaj'ın izinden giden Jodełka, çıkış romanıyla 2010 High Calibre Ödülü'nü kazanan ilk kadın oldu ve kitabı Danusia Stok'un çevirisiyle İngilizce olarak Temmuz 2013'te yayımlandı. Jodełka, hikayenin merkezine Maciej Bartol'ü koyarak, esrar çözen, kusurlu kahramanlar listesine katkı yapıyor. Polis detektifi Bartol etrafındakilere gölge düşürse de gerçekte son sözü söyleyen hep annesidir.
Bartol iki farklı cinayet mahallini araştırmak üzere çağrılır; Poznan'ın en elit bölgesinde yaşayan bir sanat restoratörü ve evsizler barınağı işleten bir adam. Bu cinayetler bağlantılı mıdır? Katilin bıraktığı tuhaf ipuçlarının anlamı nedir? Kısa süre içinde çaresiz Bartol kendini Hristiyanlık sembolizmi konusunda uzman bir kadından yardım isterken bulur. Kadın, zamanını bir polis soruşturmasına harcadığı için pek de memnun değildir...
Joanna Jodełka, Polychrome / Polikrom'un ardından 2011'de Grzechotka / Gürültü'yü yayınladı.
Witkowski’nin Çarpık Suçu
Yayıncısı ve otherpress yayımevi Polonya'nın en pervasız genç yazarlarından birinin polisiye parodisini yayımlama planlarını açıkladılar. Polonya yeraltı eşcinsel dünyasını küstahça tasvir edişiyle tanınan 1975 doğumlu Michał Witkowski Lumberjack / Oduncu'yu 2011'de yayınladı.
Yapısal olarak bir suç romanı olsa da, bu kitap edebi ve biçemsel bir oyun. Arsız bir oto-portre çizen Witkowski, 36 yaşındaki yazar Michał'ı düşük sezonda Baltık kıyısındaki bir tatil beldesine, bir suç romanı yazmak üzere gönderir. Fakat bunun yerine Michał kendini, kaldığı eski orman barınağının gizemli ev sahibini araştırırken bulur. Adamın geçmişi bu kentin komünist dönemine dek uzanmaktadır ve burada herkes, diğerlerinin hayatını bilir.
Esprili, oyuncu ve dilsel açıdan son derece yaratıcı olan bu kitapta, olay örgüsü ince komedi yaratmak için şaşırtıcı bir bahane olarak kullanılıyor. İngilizce bölümler Book Institute internet sitesinde bulunabilir.
İngiliz Suç Yazınında Polonya Motifi
Merak uyandıran olay örgüsünü Polonya'nın tarihinden alan bir diğer kitap da, The Sixth Lamentation / Altıncı Ağıt (Richard & Judy Selection) ve CWA Gold Dagger ödüllü A Whispered Name / Fısıldanan İsim kitaplarının beğenilen yazarı William Brodrick'in 2012'de yayımlanan suç romanı.
The Day of the Lie / Yalanın Günü'nde, zeki Benedict rahibi Anselm anlatacak tehlikeli bir hikayesi olan eski bir dostu tarafından ziyaret edilir. Kadın, zamanın, kaderin ve ona yakın birinin ihanetine uğramıştır. Roza Mojeska genç bir kadınken, Komünist Polonya'daki yeraltı direnişinin bir parçasıdır. Tutuklandıktan sonra, bir gizli polis ona şeytani bir anlaşma önerir ve devlet hapishanesinin karanlığında kötü bir seçim yapılır... Şimdi, 50 yıl sonra Anselm, hem Roza'nın hikayesini araştırmak hem de Soğuk Savaş'ın buz gibi hüküm sürdüğü 1980ler'e uzanan bir gizemi çözmek üzere ziyaret edilir. Ve onlarca yıllık sırları ve yarım yüzyıllık yalanları araladıkça, hem kurbanın hem de işkencecinin saklamak isteyeceği bir gerçeği gün yüzüne çıkarır.
Kapağında Emlyn Rees tarafından yazılmış dikkat çekici bir tanıtım yazısı -“Huzur İçinde Yat Kuzey Polisiyesi, Polonyalılar geliyor!”- bulunan, bir Polonyalı ile evli olan gazeteci Anya Lipska'nın Where The Devil Can't Go / Şeytanın Gidemediği Yer isimli kitabı, günümüz Doğu Londra'sının Polonya topluluğunda geçiyor. Orada yaşam, illegal tamirci Janusz Kiszka için zaten oldukça karmaşıktır. Bir yandan rahibi, kayıp bir garsonu bulması için baskı yapmaktadır; bir yandan, Olimpik tesiste çalışan bir inşaatçının ona yığınla borcu vardır. Üstelik Soho'nun en bağnaz striptizcisi olan evli Kasia'ya aşık olmaktadır. Fakat uyuşturucu satıcısı gangsterler tarafından takip edildiğini fark edince ve zorlu genç detektif Natalie Kershaw tarafından cinayetle suçlanınca, Janusz gerçek katili bulmak üzere, Polonya'ya önceden planlanmamış küçük bir yolculuk yapmak zorunda kalır. Memleketi Gdańsk'ın sisli orta çağ sokaklarında, Janusz Sovyet geçmişinin acı dolu hatıralarıyla yüzleşmek zorundadır. Cevapları ararken kendini eski bir Komünist gizli polisinin tekinsiz köy evinde bulur.
www.crimefictionlover.com'a verdiği bir röportajda, Lipska kitabı Şeytanın Gidemediği Yer'in olay örgüsünün neden Londra'daki Polonya cemaatinde geçtiğini anlatıyor:
Pek çok insan Polonyalı bir inşaatçı veya temizlikçi ile tanışmıştır ancak muhtemelen ülkenin zengin kültürü ve yakın tarihi hakkında pek az şey bilirler. [...] Göçmen Polonyalılar'ın içki alışkanlıkları, cinsel adetleri, siyasetleri ve dinleri İngilizler'e yabancıdır ama aynı zamanda bize onlarca yıl önce nasıl olduğumuzu hatırlatırlar: kiliseye giden, içine kapanık ve görev bilinci yüksek, yine de güzel bir içki içmekten çekinmeyen, otoriteye karşı şüpheci olmaktan vazgeçmeyen insanlar. Bu, rahiplerden direk dansçılarına, aile reisi sert kadınlardan küçük kaçakçılara, zengin olduğunu umut ettiğim bir sürü karaktere ilham verdi.
‘Kowalski’ler ile tanışın: Clooney, Brando, Eastwood ve bir Penguen başlıklı makalemizi de okumanızı tavsiye ederiz.
Yazan: Paulina Schlosser; 9.06.2013
Çeviren ve düzenleyen: Didem Bilgin
Kaynaklar: basın bültenleri, polishinstitute.org.uk, www.independent.co.uk, bitterlemonpress.com, www.crimefictionlover.com, wordswithoutborders.org, http://www.andotherstories.org